Mezarcının Ölümü - Carlos Schwabe |
Birinci yazımızda sembolizmle ilgili bir giriş yapmıştık.
Bu yazıda buna devam edelim.
Hatırlarsanız, sembolizmi başlatan en önemli etkenlerden
bi tanesi Paris komün ayaklanmasıydı. Paris komününün acı ve kanlı sonu,
filozof ve sanatçıları derinden etkilemiş ve sembolizm denen akım başlamıştı.
Yıl 1871, yer Fransa. Ayrıntılı bilgi için sembolizm – 1 yazısına..
Sembolizm, adından da anlaşılacağı gibi sanatta
sembollerin bol bol kullanılmasıdır. Bu sembolister gerçekçilik denen akıma
acayip gıcık olmuslar ki sorma. Öyle böyle degil. Gerçeği olduğu gibi yansıtmak
sanat mı kardeşim demiş bu adamlar..
Sen toplumu, doğayı, olduğu gibi bire bir al, resme, şiire, tiyatroya çevir. Ondan sonra da ben sanat yapıyorum. Hani sanatçı olarak senin yorumun? Özgünlüğün? Ne kattın bunun içine?
Sen toplumu, doğayı, olduğu gibi bire bir al, resme, şiire, tiyatroya çevir. Ondan sonra da ben sanat yapıyorum. Hani sanatçı olarak senin yorumun? Özgünlüğün? Ne kattın bunun içine?
Gerçekçiler başka ne demişti hatırlayalım: “Kendi zamanında
yaşayacaksın.”. Sembolistlerse buna karşılık dediler ki: “Sanatçı dediğin
insan, kendi zamanının çok ötesinde yaşayan ve de evrensel değerler üretebilen
insandır. Sen kendi zamanına, kendi toplumunda saplanıp kalırsan eğer, aradan
bi elli yıl geçince seni kim tanır? Eğer sen sanatçıyım diye dolaşıyorsan orta
yerde, öyle şeyler yapacaksın ki, her yerde ve her zamandaki insanlara hitap
edebilecek. Herkes yaşadığı zamana, topluma, eğitim durumuna göre ondan
birşeyler alacak.”
Bundan başka, doğayı, toplumu olduğu gibi taklit edip
sanata yansıtmanın hiç kimseye bir faydası olmaz. Bunları insanlar zaten
görüyor, bi de sen yapınca ne olacak? Çözüm daha derinlerde aranmalı. İnsanın
iç dünyasına girmelisin. Hatta daha da içeri, bilinçaltına girmelisin.
Bilinçaltı dediğimiz olay ise, ancak sembollerle ifade edilir. Babannelerimizin
rüya yorumlarken yaptığı, “At murattır, yeşillik de ottur” olayının biraz
felsefi anlatımı yani..
Özetle, gerçekçilerin “Sanat toplum içindir” anlayışına
karşılık, sembolistler, “Sanat sanat içindir” anlayışına sarılmışlardır.
Sembolizm akımı aynı zamanda 20.yüzyılın meşhur akımlarından sürrealizmin de
tohumlarını atmıştır.
Biz bilinçaltına hitap edeceğiz. Bilinçaltı demekse,
soyutluk demek, rüya demek, belli belirsizlik demek. Sonuçta gerçek hayatta
yaşadığımız herşey, bilinçaltımızda bir sembol olarak depolanmakta. – Freud denen arkadaşın, psikanaliz alanında yaptığı
çalışmalar, bu konuda etkili olmuştur. – Bilinçaltı dediğimiz yerse,
karanlıktır, belli belirsizdir, kolay kolay seçilemez.
Gerçeğin olduğu gibi yansıtılmasına karşı çıkıyorlardı ya
sembolistler, bir müddet sonra bu iş gerçeklerden kaçmaya döndü. Gerçekler
bazen öyle ağır gelir ki, insan hayale sığınır. Gerçekliği karanlıklar
yardımıyla örtmeye çalışırlar, çirkinlikleri ise hayal yardımıyla
güzelleştirmeye. Bi nevi, çirkin kadın yoktur, az votka vardır felsefesi. Bu
yüzden sembolist sanat eserlerinde ortam karanlıktır. Karamsarlık hakim temadır.
Güneş ışığı yerine ay ışığı vardır. Ortam belli belirsizdir. Ya
alacakaranlıktır, ya tan yeri yeni ağarıyordur. Atalar ne demiş: Çirkin güzel
adı bir, karanlıkta tadı bir...
Mesela bizdeki en büyük sembolist olan Ahmet Haşim’in
çirkin olmasından dolayı, kadınlardan pek ilgi görmediği ve bu yüzden bunalıma
girip sembollere, alaca karanlığa sığındığı anlatılır. Onun için gerçek, hiç
bir zaman olduğu gibi ortaya çıkmaması gereken bir olgudur. Eğer gerçek olduğu
gibi değil de, üstü kapalı olarak verilirse, herkes bundan kendine göre bir
yorum çıkarabilir ve bu da eserinizin zenginleşmesi, mekan ve zaman üzeri
olması anlamına gelir.
Sembolizm akımının sevgili tiyatromuza etkisini
anlatmadan önce, sembollerin insan hayatındaki yerinden az biraz bahsetmek
istiyorum. İnsanlar eski çağlardan beri, sembollerin gücünden
faydalanmışlardır. Siyasette, dinde, ticarette, sanatta ve günlük hayatımızda
semboller önemli bir yer tutar. Mesela ben bugün ampül dediğim zaman – Sene 2015teyiz. 50 yıl sonra falan hala bizi
okuyan olursa – herkes koca bir iktidar partisini anlamakta. Bundan başka
hilalı görünce islam akla gelirken, haç hristiyanlığın sembolü olmakta.
Günlük hayatımızda ise farkında olmadan yine sembollere
bolca sarılırız. Aslan yiğitliğin sembolüyken, ayı görgüsüzlüğün sembolüdür. – Bu arada batı toplumunda ayı fiziksel gücün
simgesidir ve iltifattır. Rus ayısı..
-
Sembollerin insanları etkilemesi ve bilinç altına
göndermeler yaparak, kendisine bağlama gücü olması, semboller sayesinde
öğrenilen şeyin çok daha kolay akılda tutulur olması, sembollerin kalabalıkları
harekete geçirme gücü – az biraz önce
moda olan, şimdi ise çoktan unutulmuş olan Rabia sembolünü hatırlayın. Zafer
işareti, bozkurt işareti.. Sayabilirsiniz daha - çok eski çağlardan beri bilinen birşeydi. Bu
yüzden hakim güçler, her devirde çeşitli semboller ürettiler. Bugün bir
yuvarlağın içindeki yıldız dahi, bize meşhur araba markasını hatırlatıyorsa..
Bağlayamadım cümleyi.. Anlayın artık.. Mercedes..
Başka ne demiş bu sembolistler? Senin sanatçı olarak
başka bir görevin de işte, yeni semboller üretmek. Herkesin bildiği bir
kelimeyi, bir kavramı alacaksın, içini boşaltacaksın ve yeniden dolduracaksın.
Mesela Ahmet Haşim, bildiğimiz merdiveni almıştır, merdiven la merdiven,
bildiğin ikinci kata çıktığın merdiven.. Onun anlam olarak içini boşaltmıştır
ve sonra ona “yaşam” anlamını yüklemiştir:
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak..
Ve bir zaman bakacaksın semaya..
Ağlayarak...
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak..
Ve bir zaman bakacaksın semaya..
Ağlayarak...
Bunun benzerini Necip Fazıl Sakarya Türküsü isimli
şiirinde yapmıştır. – Necip Fazıl sembolist falan degildir ha, yanlıs anlaşılma olmasın.- Sakarya Nehri’nin herkesçe bilinen anlamını atmıştır ve onu
muhafazakar Türk gençliğinin bir sembolü haline getirmiştir:
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya.
Sembolizmin tiyatroya etkisi ise, şiirden ve resimden
daha az olmuştur. Tiyatroda bu akımın en önemli temsilcisi Belçikalı yazar
Maurice Maeterlinck olmuştur. Onun oyunlarında sahne yarı aydınlıktır. Düşsel
bir ortam vardır ve sahne gerçekliği tam olarak görülmeyip, sezilmek
zorundadır. Tabi ki böyle bir ortamdan çok farklı algılar ortaya çıkıp, eserin
zenginleşmesi amaçlanmaktadır.
Son olarak şunu söylemeliyim ki, sembolizm bir sanat
tarzından ziyade, sanata bir yaklaşım biçimidir. Sembolizm denen akımın içinde,
birbirine hiç benzemeyen bir sürü tarz oluşmuştur. Ancak hepsinin ortak
noktası, gerçekçilikten uzak olması, saf gerçeğin olduğu gibi vermek yerine
hayal gücüne ve sezgiye hitap eden sembolik anlatımların kullanılmasıdır.
Sembolizmi kısaca anlatayım derken bayağı uzattık,
İnşallah sıkılmadınız. Yazının burasına kadar geldiğinize göre sıkılmadınız
demektir. Hadi güle güle..
:) sıkılmadık. keşke daha çok sembolik tiyatro oyunu yazarını inceleseniz
YanıtlaSil