Rosenquist - F111.. Reklam ikonlarının arasından geçen bir savaş uçagı
|
Merhaba
kardeşler.. Postmodernizm dediğimiz olay, modernizme bir başkaldırı demiştik
geçen sefer, hatırlayın.. Modernistler ne demişti? Modernler hakkında ayrıntılı
bilgi için:Postmodernizm I. Kısa bir özet geçelim:
- Kardeşlik, eşitlik, insan
hakları, köleliğin kalkması falan...
Artık daha güzel bir dünya olacak.. Böyle büyük büyük laflar... Sonra
ikinci dünya savaşı ve hayal kırıklığı.. Postmodernistler ne demiş buna
karşılık? Hepsi hikaye.. Bu dünyada sizin anlattığınız gibi kardeşlik, barış
bilmem ne, böyle büyük büyük fikirler yok.. Bunların olmasına imkan yok...
İnsan dediğin vahşi yaratık yeryüzünde oluğu müddetçe, kan dökmeye devam
edecek..
- Modernistler ne demişti başka?
Evrensel kurallar, bütün dünyada geçerli ahlak ilkeleri, toplumsal yasalar
falan... Postmodernler bunu da sildi attı... Bırakın bu ayakları dedi,
postmodernler.. Evrensellik diye milleti uyutup, kendi kültürünüzü zorla
millete dayatmaya kalkıyorsunuz.. Hatta sömürgeciliği, şunu bunu da buna dayanarak
meşrulaştırıyorsunuz.. Güya bunlar sömürmeye gitmiyormuş da, ordakileri
eğitmeye gidiyorlarmış.. Bak bak bak... Biz de yedik.. Herkesin kendi sistemi,
kendi fikri, kendi yaşam sistemi kendince doğrudur dediler..
- Başka? Bişey daha demişti bu moderenler?
Unuttum şimdi yaw.. Hafıza sorunu var da bende.. Ha buldum. Rasyonalite,
akılcılık.. Yani kısaca şu.. Bu dünyada acayip bir sistem, acayip bir düzen
var.. Biz bu sistemi ölçeriz, biçeriz, herşeyi anlarız.. Böylece kainatın
hakimi oluruz.. Gelecekteki olayları hep
tahmin ederiz. Ve de insanlık aklını kullanarak, araştırararak, yeni yeni
şeyler keşfederek, devamlı ilerler. Postmodernistler buna yine hayır dediler..
Ölçüp biçemessin. Çünkü kainatta öyle senin zannettiğin gibi bir düzen yok. Tam
tersine kaos var, karmaşa var, anarşi var... Aklını da tanrı yerine koymayı
bırak.. Akıl dediğin çoğu zaman, insanı şaşırtır, yanlışa da sürükler..
İşte arkadaşlar,
bu görüşler 1950’li yıllarda başlayıp, kimine göre ikibin yılında bitmiş olan,
kimine göre hala devam eden(Sene 2015 bu arada) postmodern dönemin
özelliklerini belirledi. Postmodern dönemlerde artık böyle büyük büyük
ideallere, koca koca fikirlere, eşitlik, kardeşlik, insan hakkı bilmem ne
demelere yer yoktu. Aha işte, siz dediniz dediniz de ne oldu? İkinci dünya
savaşı, 50 milyon ölü.
Bundan başka,
bilime olan kayıtsız şartsız inanış da, postmodern dönemlerde yerle bir oldu.
Hatırlayın, Fransız ihtilalinden sonra, dine karşı bir başkaldırı başlamıştı ve
bir müddet sonra dinin yerini bilim almıştı. Artık bilim de din gibi kutsaldı.
Postmodern dönemler işte bu etkiyi de yıktı. Artık bilimsel herhangi bir
gelişme, öyle kayıtsız şartsız, kutsal vahiy gibi hemen inanılacak bir şey
değildi... Kısacası, modernistlerin temel ilkelerinden olan “nesnellik” ya da
“objektivite” olayı sona ermişti..
Gelelim şimdi
postmodern sanata.. Postmodern sanatın en önemli özelliği, “eklektik”
olmasıdır.. (Enteller, ezberleyin
eklektiki..). Bu eklektik dediğimiz olay nedir? Bizdeki ortaya karışık ızgara
olayının, felsefedeki adı. Biraz ondan, biraz bundan biraz şundan.. Yani
kebapçıya gidip desen ki, “bana bir eklektik izgara”, kebapçının da biraz
felsefi bilgisi varsa, hiç bişey demeden gidip ortaya bi karışık ızgara
getirecektir..
Peki niçin böyle
eklektik bir yapıya sahiptir bu postmodern sanat? Dedik ya yukarda.. Evrende
öyle zannedildiği gibi, şaşmaz bir düzen değil, tam tersine bir kaos vardır.
Bizim düzen zannettiğimiz şeyse, bu karmaşa içinde, rastgele bir araya gelmiş
şeylerin... Bağlayamadım cümleyi gene..
Biraz ondan, biraz bundan katınca, ortaya düzen gibi görünen şey
çıkıyor. Böyle bişey işte.. Gitti gene kafam..
Şöyle bir örnek
vereyim anlamanız için: Geçen gün yolda yürürken, kitabım elimden düştü. Kitabı
yere eğilip aldım ve o anda bir saniye vakit kaybettim. Yola devam ederken, az
ötede, freni patlamış bir araba geldi bana çarptı ve beni ağır yaraladı. Şimdi
o kitabı ben düşürmeseydim, almak için eğilip bir saniye kaybetmeseydim, o
araba bana çarpmayacaktı. Çünkü ben kaybolan o bir saniyede, arabanın bana çarptığı
yeri geçecektim. Demek ki, arabanın bana çarpma sebebi, kitabımın yere
düşmesidir.
Güzel örnek ya
devam edelim. Peki ben bu kitabı niye düşürdüm? Yolda bir tümsek vardı, ayağım
oraya takılınca, kitap elimden düştü. Aslında arabanın bana çarpma sebebi, o
yoldaki tümsek. Tümsek olmasa kitabım düşmezdi, ben vakit kaybetmezdim ve de
araba bana çarpmazdı.
Yok aslında bu da
değil, ordaki tümseğin sebebi nedir? Belediyeden o yolun yapılmasına dair karar
çıkmaması. Eğer belediyedeki encümenler toplansaydı ve karar alsalardı, bu yolu
yapmak için, o yol yapılırdı, benim ayağım tümseğe takılmazdı, ben kitabımı
düşürmezdim ve de araba bana çarpamazdı. Demek ki bana araba çarpmasının esas
sebebi, o belediyedeki adamlar/kadınlar.
Aslında az
araştırdım bu da değilmiş. Normalde bu encümenler geçen ayki toplantıda bu
konuyu konuşacakmış ama, bu yollardan sorumlu olanı, o gün toplantıya
gelememiş. Çünkü oğlunun düğünü varmış o gün. Yani o yollardan sorumlu
encümenin oğlu evlenmemiş olsa, encümen o gün toplantıya gelecek, karar
çıkacak, yol yapılacak, benim ayağım takılmayacak, kitabım düşmeyecek, ben
kitabı almak için eğilmeyeceğim ve bana araba çarpmayacak. Demek ki bana araba
çarpmasının asıl suçlusu, o belediyedeki encümenin oğlu.
Az daha
araştırdım, aslında suçlu o da değilmiş. Bu adamın oğlu, evlendiği kızı
facebookta görüyor, konuşmaya başlıyorlar, tanışıyorlar, birbirlerini
seviyorlar, evleniyorlar. Yani bu facebook olmasa, o adamın oğlu, o kızı
göremeyecek, evlenemeyecek, encümen toplantıya yetişecek, yol için karar çıkacak,
benim ayağım tümseğe takılmayacak, kitabım düşmeyecek, ben vakit
kaybetmeyeceğim ve araba bana çarpmayacak.. Demek ki, bana araba çarpmasının
asıl suçlusu facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg..... O herif facebook denen
şeyi bulmasaydı, bana araba çarpmamış olacaktı..
Anladınız mı
arkadaşlar olayı? Adam diyo ki kısaca, senin böyle hesap etmediğin, bilmediğin,
binlerce, milyonlarca küçük ayrıntı var ve bu ayrıntılardan sadece bitanesi
değiştiği zaman, ortaya tamamen bambaşka bir sonuç çıkıyorsa eğer, sen hangi
düzenden bahsediyorsun? Dalga mı geçiyorsun? (Bkz Kaos teorisi.. Bkz Kelebek Etkisi – The Butterfly Effect..)
İşte Postmodern
sanatta bu görüşü benimsemiş kendisine. Sanat eserlerinde belirli bir düzen,
intizam gözetilmeyecek. Bizim ortaya koyduğumuz şeyler, karman çorman olacak,
ordan burdan olacak. Biraz gerçekçi, biraz sürrealist, biraz sembolcu.. İçine
yüksek sanattan kat, toplum kültüründen kat, şehir sanatından kat, teknolojiyi
kat.. Sonra değişik sanatları içiçe geçir.. Öyle bişey yap ki, içinde dans
olsun, müzik olsun, tiyatro olsun, heykel olsun.. Çünkü evren, kainat, yaşadığımız dünya, tam
da böyle, herşeyin birbirine geçtiği, karman çorman bir yer... İşte bu olaya
kısaca “eklektizm” denilmiş arkadaşlar...
Bundan başka?
Postmodernizmi etkileyen olaylardan bi tanesi: İkinci dünya savaşı bitmiş.
İşçiler haklarını almış. Artık günde 15-16 saat yerine sekiz saat çalışıyor
insanlar. Maaşları da artmış. Savaşma seviş felsefesi yerleşmiş. Bundan başka,
Sam amcamız, sevdiği ülkelere Marshall yardımları yapmış.. (Bu Marshall yardımlarından Türkiye’de nasibini almıştır ve hala
yaşlı kuşak arasında anlatılan bir olaydır. Türk halkı bu yardımdan, maraşal yardımı
diye bahseder.. Seksen yaşın üzerinde
dedeniz varsa sorun, size köy yerinde millete bedava dağıtılan süt tozlarını,
amerikan bezlerini anlatsınlar.. Hatta muhtar emmilerimizin, akrabalarını nasıl
koruyup gözettiklerinden de dem vursunlar...)
İşte olay bu
şekilde olunca, adamlarda boş zaman var, para var.. E ne olacak şimdi? Bu
adamlara bu parayı harcatman lazım. Fabrikalar da zaten harıl harıl çalışıp mal
üretiyor. Satalım gitsin anasını satayım. İşçiye yüksek maaş ver, sonra aynı
işçiye mal sat, verdiğin maaşı geri al.. Ne diye kafam ağrısın? Demi yaw?
Ve.. Mutlu son..
Artık sanatçıların çoğu bu kapitalist dünyaya yönelmiş.. Reklam afişleri,
dizaynlar, televizyon, radyo reklamları.. Kısacası adamlar paranın tadını
almışlar ki, oh be dünya varmış. Neydi o öyle, yok ezilenler, yok sömürülenler,
yok devrim, yok prensip... Paran varsa adamsın kardeşim.. Anlaşıldı mı? Ben ne
diye gideyim de Afrikadaki, Arabistandaki adamın kültürüyle, geleneğiyle diniyle
uğraşayım? Ben mi kurtaracam lan bu dünyayı. Adamı bırak istediği gibi yaşasın,
ama parasını bana versin... Olay kısaca bu.. Bu aynı zamanda geç kapitalizm
dediğimiz dönemlerin de mantığı...
Dünyaca meşhur
Elvis Presley olsun, Beatles olsun, bizdeki arabeskçiler olsun, hepsi bu
mantığın ürünüdür. Kendini geniş kalabalıklara satabilirsen eğer, senden büyük
sanatçı yoktur.
Tabi arada,
özellikle Vietnam savaşından sonra, hippiler, feministler gibi, toplumsal
sorunlara eğilen akımlar da çıkmış, onların da hakkını teslim edelim..
Kısaca arkadaşlar
postmodernizm dediğimiz akımın ana ilkeleri bunlar. Bunlardan başka, bir iki
özellik daha sayayım da tam olsun:
1- Herhangi bir kural, norm,
mecburiyet, yasak yok.. Herşey serbest.. (Hatırlayın,
rölativite prensibi, herkesin doğrusu kendince doğrudur.)
2- Süsleme, püsleme, çekici gösterme,
kısaca ambalaj olayı önemli. (Kapitalist
dünya, reklamcılık)
3- Komplekslik ve karmaşa.. Az olan
şeyde sıkıntı vardır. (Less is a bore..
Az olan eksiktir. Modernistler, az olanın aslında çok şey anlattığını
savunuyorlardı, Less is more diyerekten).
4- Özgünlük, ya da orjinallik şart
değil. Sanatçı olarak sen binlerce defa kullanılmış bir klişeyi alıp yeniden
kullanabilirsin.. (Modernizm
ilerlemeciliği savunuyordu ve bu yüzden sanatçının yeni şeyler bulması
gerektiği ve orjinal olmasını gerektiğini
söylüyorlardı.)
Kısaca bu
postmodern dönemleri sizlere anlatmaya çalıştık arkadaşlar. Sizlerde kalıcı bir
etki bırakabildiysek ne mutlu bize.. Gelecek yazıda, bu dönemde ortaya çıkmış
belli başlı sanat akımlarını ve tiyatroya etkilerini inceleyebiliriz artık...
Yazımızı
bitirirken, postmodern eserlere bir kaç örnek verelim. Dünyada: The Matrix
filmi, Tarantino'nun nerdeyse bütün filmleri..
Bizde: Orhan
Pamuk - Kara Kitap.
Dağılın Lan!!!!
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder