EKSPRESYONİZM – DIŞA VURUMCULUK - 1


Efendim, önceki yazımızda sembolizmi de yazarak, 19. Yüzyıl ve Fransa defterini kapattık. Şimdi 20. Yüzyıla geçiyoruz ve Almanya’dayız. Ekspresyonizm dediğimiz akım için şöyle söylesek yalan olmaz: Made in Germany.

Sene 1871. Almanya(O zamanki adıyla Prusya, biz yazımızda kolaylık olsun diye Almanya diyeceğiz.) Fransa’yı yenmiş, yüklü bir savaş tazminatı almış, milli birliğini sağlamıştır. Artık Avrupa’nın parlayan yıldızı Almanya’dır.

O aralar, 19. Yüzyılın sonu mu, yoksa 20. Yüzyılın başı mı, geçmiş gün şimdi tam hatırlamıyorum. Almanya’nın başında imparator II. Wilhelm var. Bu arkadaş Türk dostu diye bilinir. Türkiye’ye gidip gelmişligi falan vardir. Osmanlı’nın mareşal üniformasıyla resim bile çekinmiştir. O zaman ki Osmanlı subaylarındaki uçları yukarı doğru kalkmış bıyık bırakma sevdası işte bu Wilhelm amcamızdan yadigardır. (Bkz: Enver Paşa) 



İşte bu ikinci Wilhelm zamanında Almanya, hem birliğini kurmuş, hem de Fransa’dan aldığı savaş tazminatıyla acayip zengin olmuş. Tabi Alman bu. Parayı karıya kıza yatıracak değil ya. Tutmuşlar sanayiye yatırmışlar. Fransa’ya bakarak biraz geç de olsa, adamlar sanayisini kurmuş. Ama ne sanayi. Sonradan kurulmuş ama, Fransa’yı falan sollamış.

Her taraf olmuş fabrika. O zamana kadar tarım toplumu olan ve baronların (baron dediğimiz bizdeki ağa, maho ağa gibi) şerrinden bıkan tarla ırgatları fabrikalara hücum etmişler. Tarlalar boşalmış, ağalar, pardon baronlar, çalıştıracak işçi bulamaz olmuşlar.

Şimdi, burda bi parantez açalım ve bir soru soralım. Sanayi toplumuyla, tarım toplumu arasındaki en büyük farkın ne olduğunu bilir misiniz? Heralde bilmessiniz. Ukalalık yapmış gibi olmayalım ama, söyleyelim hadi: BİREYSELLEŞME.

Nasıl oluyor bu bireyselleşme derseniz, Bilal’e anlatır gibi anlatalım. Diyelim ki bir köyde yaşıyorsunuz. Babanızın, dedenizin ya da köy ağasının tarlaları var. Siz de herkes gibi, gidip o tarlada çalışırsınız. Ekersiniz, biçersiniz, hasatı kaldırırsınız. Toplanan ürün, ailenin, aşiretin, ağanın ambarında toplanır. O ürünün ne yapılacağına, kime satılacağına, parasıyla ne yapılacağına büyükler karar verir. Sen aşiretin bir bireyi olarak, hiç bir zaman kalkıp da, şunu da şuraya satın, ya da ben de ektim biçtim hani benim hakkım diyemessin. Sen de tıpkı o tarladan toplanan ürün gibi, o aşiretin malısın. (Bkz: Başlık parası. Bir aileden ötekine satılan bir mal.) Senin önüne karnını doyuracak bir yemek koydular mı şükret haline.

Peki sanayi toplumunda durum nasıldır? Sanayi toplumunda gidersin, burjuvanın fabrikasında çalışırsın, ay sonu gelince maaşını alırsın. Hem de sen, bizzat birey, kişi olarak alırsın. O para senindir. Kimse karışamaz ona. İstediğini yaparsın o parayla.

İşte sanayileşmenin insanları çeken yanı budur. İnsanlar, birey olduğunu, kişi olduğunu, aşiret malı olmadıklarını keşfetmişlerdir artık. Kısacası adam yerine konulduklarını hissetmişlerdir. Bu yüzden de, tarla ırgatları, daha ağır çalışma şartlarına rağmen, öbek öbek fabrikalara akın etmişlerdir. Şimdi az önce açtığımız parantezi tekrar kapatalım.  

Sanayileşmeye ilk adımını atan bütün ülkelerde yaşanan sorunlar, haliyle Almanya’da da yaşanmıştır. İşçilerin günde 14-16 saat komik ücretlerle çalıştırılmaları, ülkede bir işsizler ordusunun oluşması, dört yaşındaki çocukların dahi fabrikalarda çalıştırılması, köylerden şehirlere göç eden işçilerin insanlık dışı şartlarda yaşamaları(Bkz Gecekondu Mahalleleri), buna karşılık lüks içinde ve gününü gün etmekle meşgul burjuva sınıfı(Türk filmlerindeki, villalarındaki havuzun kenarında sabah akşam parti veren zenginler)... İşte bütün bunlar toplumu içten içe kaynatıyordu.

Ancak imparator II. Wilhelm kurnazdı. Ortaya bir Alman milliyetçiliği attı. Bu Almanları da bilirsiniz, eskiden beri meraklıdırlar böyle şeylere. Wilhelm gazı verdikçe, siz aslansınız, siz kaplansınız, siz Almansınız diye, bunlar coştular. “Evet” diyordu Wilhelm. “Bazı sıkıntılarımız var. Ama bunların hepsi, Almanya’yı kalkındırmak için. Siz işçiler, Almanya için kendinizi feda eden kahramanlarsınız.” (Wilhem bu sözleri aynen söylemese de, söylediği sözlerin özeti buydu.)

Tabi Wilhelm’in planları aslında çok başkaymış meğersem. Adam savaş çıkartma derdindeymiş. Hem de büyük bir savaş. Çünkü kardeşim, bu kadar fabrika kurduk. Bu fabrikaya hammadde lazım. Demir lazım, çimento lazım falan. Bunların hepsi bi sürü para. Şöyle Afrika'da falan bir iki sömürgemiz olsa da, İngiltere’ninkiler gibi, Fransa’nınkiler gibi, bunları ordan bedava getirsek fena mı olur? Artan paraylada TOKİ’ye biraz peşinat verir, büyük oğlanı kira derdinden kurtarırız. Mentalite kısaca bu.

Olmasına olur da, verimli yerler hep İngiltere’nin Fransa’nın sömürgesi. Onları ordan atabilmek için de, iyi bi savaş lazım. Ordumuzu kurduk, donanmamızı kurduk. Daha neyi bekliyoruz?

Neyi bekliyeceğiz ki? Herşey hazır. Bu arada Türkiye’ye gidip gelip bizim Enver Paşa’yı, Talat Paşa’yı da kafalıyor. Avusturya-Macaristan imparatorluğu var o zamanlar, onları da razı ediyor. Bi de İtalya’yı alıyor yanına. Şimdi iş bir tek kıvılcıma, bir tek bahaneye bakıyor. Çok geçmeden de o bahane kendiliğinden geliyor. Şu çok iyi bildiğimiz, Avusturya - Macaristan veliahtının Saraybosna’da suikaste uğrayıp öldürülmesi olayı.


II. Wilhelm, Padişah Mehmet Reşad ve Harbiye Nazırı Enver Paşa

Olayın devamı malum. Birinci dünya savaşı. (1914-1918). Almanlar yeniliyor. Almanlar yenilince biz de yenilmiş sayılıyoruz. Almanya’ya çok ağır bir anlaşmayı, hem de tahta bir tren vagonunun içinde imzalatıyorlar.  

Yıllar sonra Hitler, Fransa’yı yendiğinde, o vagonu aratıp buldurmuştur ve Fransa’ya, aynı vagonun içinde, Fransa'nın teslim anlaşmasını imzalattırarak bir nevi intikam almıştır.

Kısacası arkadaşlar, kapitalist toplum, işçilerin perişan halleri, baba, amca diye saydığımız insanların çıkar için her yolu mübah görmesi, köy hayatından şehre göç eden babaların, köydeki otoriter tutumu şehirde de devam ettirmeye çabalamaları, Alman okullarındaki inanılmaz korkunç disiplin, -19.yüzyılın sonlarına doğru Alman okullarında inanılmaz bir intihar furyası başlamıştır.- birinci dünya savaşı sonunda Almanya’nın düştüğü ekonomik buhran, milliyetçiliğin ve şovenizmin tavan yaptığı Alman milletinin içine düştüğü gurur kırıcı durum...

İşte bu durumlar, genç yazarları, aydınları, aslında bütün Almanya’yı inanılmaz bir bunalımın ve ümitsizliğin içine düşürdü. Bu kötü şartlar, Alman sanatçıların bir kısmını yeni bir akıma itmiştir. Hatırlayın Fransa’da bunalıma giren, hayal kırıklığına uğrayan sanatçılar, Sembolizmi bulmuşlardı. Almanya’da ise aynı sembolizm gibi insanın iç dünyasını yansıtan, başka bir akıma kapıldılar: DIŞA VURUMCULUK, YA DA EKSPRESYONİZM..

Bu yazıda yerimiz bitti, gelecek yazıda ekspresyonizm nedir ne değildir, onu anlatalım. Hadi bana eyvallah...



Hiç yorum yok :

Yorum Gönder